"Adeta
kemiklerine işleyen sıcaklığı ve tüm parlaklığıyla ‘günaydın’ diyordu güneş.
Ama yine o sabahlardan biriydi işte. Başlamasını istemediği bir gün başlamıştı
çoktan. Yapması gereken bir dolu işi, üstelik akşamüstü yetişmesi gereken bir
vapuru vardı. Bir günlüğüne bile olsa U.’dan ayrılmak istemiyordu. Gitmek
zorundaydı ama. Ağzından laf çıkmıştı artık. Düşünmeden bir söz daha vermişti
ve yine kendisine kızıyordu. Fazladan bir gömlek alıp telaşla evden çıktı.
Hemen işe gitmeliydi, patronuna yarın da gelmeyeceğini haber vermeyi unutmuştu.
Çok düzensiz yaşıyordu, bunu daha önce yapmalıydı. Kendisine bir de bu yüzden
kızmaya başlarken hala ‘en azından tüm kestirmeleri biliyorum’ diyerek kendini
mutlu etmeye çalıştı.
Tüm
kestirmelerin eski sokaklar olması hoşuna giden bir tesadüftü. Bu eski
sokakların en sevdiği yanı ne taş evler ne de her yeri sarmalayan sarmaşıklardı.
Fazla bilen yoktu bu sokakları. Kimseyle laflamadan hızlıca gidebiliyordu bu
sokaklarda ve bu fazladan bir rüya demekti.
Ama ilk köşeyi dönmüştü ki, sokakların kendisini bu sabah yanılttığını
fark etti. Yol soracağı belli olan bir
yabancı dikiliyordu köşedeki taş evin gölgesinde. Turistleri de hiç sevmezdi
ki.
Yabancının
bir adım öne atmasıyla yavaşladı. Meydandaki fırını soruyordu yabancı, belki de
yabancı değildi. Yabancı üstü kapalı bir şekilde ‘turist değilim ben’ demiş
olabilirdi, ama bunları dinleyecek zamanı yoktu. Aldırış etmedi. Fırını
bilmiyorum derken, yabancıyı atlatıp hızlıca yürümeye devam etti. Belki de
değişmeliydi. Düşünmeden sözler veriyor, düzensiz yaşıyor, hem de insanları
kestirip atıyordu. Evet evet değişmesi lazımdı. Bu değişim için daha fazla
beklememeliydi. Geriye dönüp koşmaya başladı. Nereye kaybolmuştu bu yabancı
sadece beş dakika geçmişti onu başından savalı.
İşte
ordaydı. En eski çıkmaz sokaklardan birine girmek üzereydi. “Hey! Dursana!”
diye bağırırken bu eski sokaklarda yankılanan sesinden kendisi bile korkmuştu."