15 Ekim 2012 Pazartesi

turist olmayan yabancı




"Adeta kemiklerine işleyen sıcaklığı ve tüm parlaklığıyla ‘günaydın’ diyordu güneş. Ama yine o sabahlardan biriydi işte. Başlamasını istemediği bir gün başlamıştı çoktan. Yapması gereken bir dolu işi, üstelik akşamüstü yetişmesi gereken bir vapuru vardı. Bir günlüğüne bile olsa U.’dan ayrılmak istemiyordu. Gitmek zorundaydı ama. Ağzından laf çıkmıştı artık. Düşünmeden bir söz daha vermişti ve yine kendisine kızıyordu. Fazladan bir gömlek alıp telaşla evden çıktı. Hemen işe gitmeliydi, patronuna yarın da gelmeyeceğini haber vermeyi unutmuştu. Çok düzensiz yaşıyordu, bunu daha önce yapmalıydı. Kendisine bir de bu yüzden kızmaya başlarken hala ‘en azından tüm kestirmeleri biliyorum’ diyerek kendini mutlu etmeye çalıştı.

Tüm kestirmelerin eski sokaklar olması hoşuna giden bir tesadüftü. Bu eski sokakların en sevdiği yanı ne taş evler ne de her yeri sarmalayan sarmaşıklardı. Fazla bilen yoktu bu sokakları. Kimseyle laflamadan hızlıca gidebiliyordu bu sokaklarda ve bu fazladan bir rüya demekti.  Ama ilk köşeyi dönmüştü ki, sokakların kendisini bu sabah yanılttığını fark etti.  Yol soracağı belli olan bir yabancı dikiliyordu köşedeki taş evin gölgesinde. Turistleri de hiç sevmezdi ki.

Yabancının bir adım öne atmasıyla yavaşladı. Meydandaki fırını soruyordu yabancı, belki de yabancı değildi. Yabancı üstü kapalı bir şekilde ‘turist değilim ben’ demiş olabilirdi, ama bunları dinleyecek zamanı yoktu. Aldırış etmedi. Fırını bilmiyorum derken, yabancıyı atlatıp hızlıca yürümeye devam etti. Belki de değişmeliydi. Düşünmeden sözler veriyor, düzensiz yaşıyor, hem de insanları kestirip atıyordu. Evet evet değişmesi lazımdı. Bu değişim için daha fazla beklememeliydi. Geriye dönüp koşmaya başladı. Nereye kaybolmuştu bu yabancı sadece beş dakika geçmişti onu başından savalı.

İşte ordaydı. En eski çıkmaz sokaklardan birine girmek üzereydi. “Hey! Dursana!” diye bağırırken bu eski sokaklarda yankılanan sesinden kendisi bile korkmuştu."

U.'ya dönüş


"Sabahın ilk ışıklarını U. kentinin ilköğretim okulunun kulesinde gördüğüne yolculuğunun sonuna geldiğini anlamıştı. Masasında duran defterini, kalemini ve mürekkebinin dikkatlice çantasına yerleştirdi. Dün gece deniz tuttuğundan bir kelime bile yazamamıştı. Yolculuk öncesi bir sahil kasabasında ince bıyıklı aşçının çok överek hazırladığı yemeğin buna sebep olduğunu hatırlayınca ince bir küfür savurdu, bu küfür ona iyi gelmişti. Oysa normal zamanlarda denizle arası iyiydi, aralarında bir bağ olduğunu düşünürdü, hatta denize bakmak, deniz havası almak veya ayaklarını deniz duyuna değdirmek onun düşünmesini kolaylaştırıyordu.

Bu düşüncelerle birlikte güverteye çıktığında gemi çoktan tahta iskeleye yanaşmış, yolcu indirmeye başlamıştı. Geminin ve tahta iskelenin gıcırtıları arasında hangi gıcırtının hangisinden geldiğini tahmin etmeye çalışırken kendini U.’nun sahilinde buldu. Kumsalın ona çocukluğunu hatırlatan kokusunu derin bir şekilde içine çekti. Geceden beri bir şey yemediğinden midesi gurulduyordu, karaya çıkmak iyi gelmiş, uyandığından beri ilk defa acıktığını hissetmişti. Aklına kent meydanındaki fırın geldi. Küçükken ordan yediği sabah poğaçalarını hatırladı, acaba aynı lezzette aynı yerde duruyorlar mıydı? Yılların yolların değiştirmiş olabileceğini düşündü, ancak birine sormaktansa çocukluğunun kentinin sokaklarında kaybolmayı tercih edeceğinden sırtladı çantasını ve yürümeye koyuldu."

tarih:




11 Ekim 2012 Perşembe

isyan:

Planlarımı mahvettiğinde kaydımı alıp gitmek istiyorum şu okuldan!

10 Ekim 2012 Çarşamba

Burda olmak istemiyorum ki!

Henüz geleli bir hafta olmadı, ve ben hala geldiğimi inkar etmeye çalışıyorum. Evet okulum bana tüm aksilikleri yaşıtıyor neredeyse, geldiğime inanmam için herşeyi yapıyor sağolsun.

Zaten kendime de kızgınım. Daha çok fotoğraf çekmeliydim. Yada ne bileyim, geldiğimde hatırlayıp gülümsemektense, yazıp ağlamalıydım belki.
Hala odanın orta yerinde duran bavulum artık canımı yakıyor. Ama içi boş bile olsa, öylece ortada durması moral veriyor aslında bana. "Bak daha yeni geldin" diyor... Takvimde bir hafta bile etmeyen günler, ne kadar da gerideler!
Takvimlere güvendiğimden daha fazla Lahana'ya güvenebileceğimi biliyordum ama. Kırmızı atkısıyla yatağımda duruyor, ve hala geldiğimdeki gibi kokuyor. Zaten Lahana olmasaydı inanacak hiçbir gücüm kalmıyordu sanırım.
Evet ben gittim. Lahana öyle söylüyor.


"Seni benim tarafa nasıl alabilirim? Uzaksın."
                                           - Behçet Necatigil

7 Ekim 2012 Pazar

Oysa...

Oysa ben çocukken olduğu gibi hala Ay'ın beni takip ettiğini düşünüyorum. Onunla aramıza giren ağaçlara kızardım; ama yine de geçici olduğunu bilirdim bu durumun. Birkaç köşe sonra yeniden Ay'ın aynı parıltı ve şahanelikle beni takip edeceğini bilirdim. Ağaçlar kıskançtı, hepsi bu. Ay'ı hep sevdim. Ağaçlara da kızdım, evet. Gündüz beni etkileyen bu ağaçlar, geceleri de gölgeleri olsun diye en öne geçiyorlardı.
Ama bilmiyordum ki, aslında Ay ışığındaki ağaçlar Ay'la aramıza girmek için değil, ortamı daha da etkileyici yapmak için oradaydılar.